RESME YA DA LİNKE TIKLAYIN LÜTFEN
http://mail.google.com/mail/?ui=1&view=att&th=11e701cab50aa0bc&attid=0.1&disp=attd&realattid=0.1&zw
SAYGI,SEVGİ VE HOŞGÖRÜYLE ERDEMLİ HERKESİN ZİYARET EDEBİLECEĞİ MEKAN
http://mail.google.com/mail/?ui=1&view=att&th=11e701cab50aa0bc&attid=0.1&disp=attd&realattid=0.1&zw
Gönderen O.Merih zaman: Cuma, Aralık 26, 2008 0 yorum
BOZUK SİMİT PARALARI İLE CENNETİ SATIN ALMAK!
Günün son dersinin sonuna gelinmişti.
Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu.
Defter ve kitaplarını çantalarına koydular.
Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar.
Yalnız, Ali hazırlanmamıştı.
Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu.
Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda
kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı.
Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla
öğretmenine bakıyor, bir yandan da
arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
Öğretmeni, onun bu halini fark etti:- Hayrola Ali, dedi.
-Eve gitmeyecek misin?
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce
cevap verdi:- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.- Peki, dedi öğretmeni.
-Ne söyleyeceksin bakalım?- Ahmet arkadaşımız var ya…- Evet, ne olmuş Ahmet'e?- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi,
beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.- Eee?- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim
yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit
parası biriktirip her hafta size versem,
siz de ona verseniz?
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp
öğretmenin masasının üzerine koydu.
Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı.
Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki
bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin
durumu pekiyi değildi.
Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar
da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir
ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım
etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin
bilinmesini istemiyordu.
Nurhan Öğretmen:- Dur bakalım Ali, dedi.
-Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz
pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?- Doğru biliyorsunuz öğretmenim.
Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor.
Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum. - Nerede çalışıyorsun?- Simit satıyorum.
Nurhan Öğretmen yine durup düşündü.
İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi?
Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan
vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı.
Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de
kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa,
belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen, Ali'ye döndü:- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.- Çok zengin bir işadamı…- Niçin?- İnsanlara daha çok yardım etmek için…- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen.
-Bak şimdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu
pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan
pek farklı değil. İstersen acele etme.
Çok zengin olduğun zaman insanlara
yardım edersin. Olmaz mı?- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.— Neden olmaz?— Üç sebepten dolayı olmaz.
Birincisi:
-Bu para zaten benim değil.
İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara
sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan
etkileniyor, daha çok simit alıyorlar.
Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile
fazla simit satıyorum. Hele mahallede
Hasan Amca var, her gün iki simit alıp
güvercinlere veriyor.
İkincisi:
'Ağaç yaş iken eğilir.' deniliyor.
Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem
büyüdüğümde hiç yapamam.
Üçüncüsü ise,
- Daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok
zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.
Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri
varmış gibi dinliyordu:- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi,
çok zengin olmadığım için, ancak günde
bir simit parası kadar yardım edebiliyorum.
Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i
gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi
gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı
birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin
olmadan ölürsem, birkaç simit parasıyla
Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı
bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu.
Başını 'Evet' anlamında sallarken
Ali'yi evine yolladı.
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını
fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına
döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa
üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine
gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti.
Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini,
yakutlarını, elmaslarını tutuyordu.
Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi.
Bu paralar, bu bozuk SİMİT paraları,
Cenneti satın alabilecek paralardı.
Sanki hiç bırakmak istemeyen bir
duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen.
İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen
duygulara boğulduğunu hissetti.
Birden boşalan sağanak yağmurlar
gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.
Kendine geldiğinde akşam olmuştu.
Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan
ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları
ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları
ile cenneti satın almak' diye diye
Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu.
Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?'
demesini bile duymayan Nurhan öğretmen,
bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın
alaca karanlığına karışı vermişti .
Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den
utanmışsanız, maddi durumunuz iyi
değilse bile, iki tane ekmek alıp
bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık
ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.
Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.
Yeter ki boş durmayın!
Unutmayın,
Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.
Gönderen O.Merih zaman: Çarşamba, Aralık 17, 2008 0 yorum
Üzgün ve pısırık görünüşlü bir Adam barda tünemiş oturuyormuş. Önünde Bir türlü içemediği bir içki bardağı, suratı asık.. O sırada barın kapısı açılmış. İri yarı, külhanbeyi tavırlı bir Adam, sert adımlarla barın tezgâhına doğru yürümüş ve pısırık adamı iteleyerek tabureye oturmuş.
Hiç soru sormadan adamın önündeki içki kadehini alıp başına dikmiş.
Elinin tersiyle ağzını kuruladıktan sonra, 'Ne o, neden böyle Surat asıyorsun, gemilerin mi battı?' diye sormuş. 'Sorma, ben çok
Talihsiz bir adamım' demiş pısırık. 'Neden?' diye sormuş Adam tekrar. Şöyle cevaplamış pısırık, 'Bu sabah karımla kavga ettik, beni evden Kovdu. O sinirle işe geç kaldım. Patronum zaten bahane arayıp Duruyordu, beni işten attı. İşten çıktım, yolda yürürken araba çarptı. Eve gideyim, belki karımla barışırız dedim, eve gittim ve karımı başka Bir erkekle yatakta yakaladım.
Bu kadarı da fazla artık dedim, kendimi öldürmeye karar verdim. Tabancayla vuracaktım, silah tutukluk yaptı. İple asmaya kalktım, ip koptu. Doğalgazla öleyim dedim, faturayı ödemediğim için gaz kesikti.
Eczaneden fare zehiri aldım, buraya Geldim, içki bardağıma koydum.
Onu da geldin sen içtin.....:)))))
Gönderen O.Merih zaman: Cuma, Aralık 12, 2008 0 yorum
Sizlere bu gün okuduğunuzda harika duygularla mest olacağınız bir hikaye yolluyorum. Kim tarafından yazıldığını bilmiyorum ama aşka dair olması nedeniyle defalarca okumaktan kendimi alamadım.
Bu arada bir cümlede ben ilave etmek istiyorum.
" Her ne olursa olsun aşık olduğunuz kimseye olan hislerinizi, duygu ve samimiyetinizi ve aşk ateşinizin sönmesine hiç fırsat vermeyin"
İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.
Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil... Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda bir yerdedir.
Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.
Hayat tam da böyle bir şeydir.
BİR AŞK HİKAYESİ
Kocam Doktordu. Onunla sakin tabiatını ve çok yakışıklı olduğu için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı…
Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve on yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.
İş ilişkiye gelince oldukça içli, hatta aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdumduymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.
Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum.
Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu.
'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.'
Bütün gece ağzını bıçak açmadı.
Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu: 'seni caydırmak için ne yapabilirim? '
Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. '
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hatta ölümüne mal 'olacak. Bunu benim için yapar mısın?'
Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
'Sevgilim' diye başlıyordu,
'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.
Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.'
Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'
Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.
Sadık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.
'Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.
'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin - gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.
Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.'
Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Gözyaşlarım mektuba düşüyordu.
Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.
Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
Bu gerçek aşktı.
Gönderen O.Merih zaman: Pazartesi, Aralık 01, 2008 0 yorum