26 Aralık 2008 Cuma

SARI LİRA


GÜZEL BİR SUNU,
RESME YA DA LİNKE TIKLAYIN LÜTFEN

http://mail.google.com/mail/?ui=1&view=att&th=11e701cab50aa0bc&attid=0.1&disp=attd&realattid=0.1&zw

17 Aralık 2008 Çarşamba

BOZUK SİMİT PARALARI İLE CENNETİ SATIN ALMAK!


Böyle güzel duygular içinde olabilmek ne güzel.
Celal kardeşimin yolladığı bu örnek teşkil edecek
mini hikayeyi sizlerde beğeneceksiniz eminim.


BOZUK SİMİT PARALARI İLE CENNETİ SATIN ALMAK!
Günün son dersinin sonuna gelinmişti.
Öğrenciler çıkmak için sabırsızlanıyordu.
Defter ve kitaplarını çantalarına koydular.
Zil çalar çalmaz, dışarı çıkmak için hazırdılar.
Yalnız, Ali hazırlanmamıştı.
Gecikmek için de elinden geleni yapıyordu.
Nihayet zil çaldı. Öğrenciler bir anda
kapıya yöneldi. Ali, yerinden kalkmadı.
Ağır ağır eşyasını topladı. Bir yandan göz ucuyla
öğretmenine bakıyor, bir yandan da
arkadaşlarının gitmesini bekliyordu.
Öğretmeni, onun bu halini fark etti:- Hayrola Ali, dedi.
-Eve gitmeyecek misin?
Ali, son arkadaşının da çıktığını görünce
cevap verdi:- Sizinle konuşmak istiyordum öğretmenim.- Peki, dedi öğretmeni.
-Ne söyleyeceksin bakalım?- Ahmet arkadaşımız var ya…- Evet, ne olmuş Ahmet'e?- Durumları pek iyi değil galiba. Annesi,
beslenme çantasına pekiyi şeyler koymuyor.- Eee?- Ona yardim etmek istiyorum. Ama benim
yardım ettiğimi bilirse üzülür. Günde bir simit
parası biriktirip her hafta size versem,
siz de ona verseniz?
Cebinden bir avuç bozuk para çıkarıp
öğretmenin masasının üzerine koydu.
Nurhan Öğretmen, paraya dokunmadı.
Sandalyesine oturup düşündü. Ali hakkındaki
bilgilerini yokladı. Bildiği kadarıyla ailesinin
durumu pekiyi değildi.
Bu çalışkan ve sevimli öğrencisi, ne kadar
da iyi niyetli ve düşünceliydi. Zengin bir
ailenin çocuğu değildi. Buna rağmen yardım
etmek istiyordu. Üstelik yardım ettiğinin
bilinmesini istemiyordu.
Nurhan Öğretmen:- Dur bakalım Ali, dedi.
-Bildiğim kadarıyla sizin de maddî durumunuz
pekiyi değil. Yanlış mı biliyorum?- Doğru biliyorsunuz öğretmenim.
Babam gündelikçi. Çoğu zaman iş bulamıyor.
Ama ben de çalışıyor, para kazanıyorum. - Nerede çalışıyorsun?- Simit satıyorum.
Nurhan Öğretmen yine durup düşündü.
İyiliğin bu kadarına ne demeliydi şimdi?
Bunun gerçekleşmesi zordu. Onu, bundan
vazgeçirmek için bir çare bulmalıydı.
Bunu yaparken, sevimli öğrencisini de
kırmamalıydı. Onunla biraz daha konuşursa,
belki bir yolunu bulurdu.
Nurhan Öğretmen, Ali'ye döndü:- Büyüyünce ne olmak istiyorsun, diye sordu.- Çok zengin bir işadamı…- Niçin?- İnsanlara daha çok yardım etmek için…- Güzel, dedi Nurhan Öğretmen.
-Bak şimdi Ali, Ahmet'in ailesinin durumu
pekiyi değil, bu doğru. Ama sizinki de bundan
pek farklı değil. İstersen acele etme.
Çok zengin olduğun zaman insanlara
yardım edersin. Olmaz mı?- Olmaz, dedi Ali. Şimdi yapmalıyım.— Neden olmaz?— Üç sebepten dolayı olmaz.
Birincisi:
-Bu para zaten benim değil.
İyilik ettiğim için Allah, beni insanlara
sevimli gösteriyor. İnsanlar da bundan
etkileniyor, daha çok simit alıyorlar.
Bu sayede gün boyu çalışanlardan bile
fazla simit satıyorum. Hele mahallede
Hasan Amca var, her gün iki simit alıp
güvercinlere veriyor.
İkincisi:
'Ağaç yaş iken eğilir.' deniliyor.
Şimdiden iyilik yapmayı öğrenmezsem
büyüdüğümde hiç yapamam.
Üçüncüsü ise,
- Daha önemli: Büyüdüğüm zaman çok
zengin bir işadamı olmak istiyorum. Zamanında yatırım yapmayanlar büyük işadamı olamazlar.
Nurhan Öğretmen, karsısında büyük biri
varmış gibi dinliyordu:- Bu sonuncusunu pekiyi anlayamadım, dedi.
- Açıklayayım öğretmenim, dedi Ali. Şimdi,
çok zengin olmadığım için, ancak günde
bir simit parası kadar yardım edebiliyorum.
Bundan fazlasını veremem. Allah, Cennet'i
gücü kadar iyilik edene veriyor. Şimdi
gücüm bu olduğuna göre, Cennet'in fiyatı
birkaç simit parası kadardır. Eğer zengin
olmadan ölürsem, birkaç simit parasıyla
Cennet'e girebilirim. Bundan daha karlı
bir yatırım olur mu?
Nurhan Öğretmen'in gözleri dolmuştu.
Başını 'Evet' anlamında sallarken
Ali'yi evine yolladı.
Sınıfa geri dönerken okulun boşaldığını
fark etti. Eşyalarını toplamak için masasına
döndüğünde Ali'nin bıraktığı paraların masa
üstünde kaldığını fark etti. Sandalyesine
gayri ihtiyari oturdu ve paraları eline aldı.
Hiçbir para ona bu kadar kıymetli gelmemişti.
Sanki elinde dünyanın en kıymetli incilerini,
yakutlarını, elmaslarını tutuyordu.
Hatta bu paralar onlardan bile kıymetliydi.
Bu paralar, bu bozuk SİMİT paraları,
Cenneti satın alabilecek paralardı.
Sanki hiç bırakmak istemeyen bir
duygu ile sımsıkı kavradı bu bozuk simit paralarını.
Oturduğu yerden kalkamadı Nurhan Öğretmen.
İçinin dolduğunu, Tarif edilemeyen
duygulara boğulduğunu hissetti.
Birden boşalan sağanak yağmurlar
gibi ağlamaya başladı. Ağladı… Ağladı… Ağladı.
Kendine geldiğinde akşam olmuştu.
Yavaş adımlarla sınıftan çıkıp okuldan
ayrılırken bekçi Sadık 'Bozuk Simit paraları
ile cenneti satın almak, Bozuk Simit paraları
ile cenneti satın almak' diye diye
Nurhan öğretmenin sayıkladığını duydu.
Bekçinin hayretler içinde, 'Ne dediniz hocam?'
demesini bile duymayan Nurhan öğretmen,
bekçinin şaşkın bakışları altında akşamın
alaca karanlığına karışı vermişti .

Hikayeyi beğenmişseniz ve Ali'den
utanmışsanız, maddi durumunuz iyi
değilse bile, iki tane ekmek alıp
bölgenizdeki bir fakirin kapısına bırakın.
Bir okul önünde biraz bekleyip yırtık
ayakkabısı olan bir çocuğa ayakkabı alın.
Maddi ihtiyacı olan bir akrabanıza yardım edin.
Yeter ki boş durmayın!
Unutmayın,
Ekmeği paylaşmak ekmekten daha lezzetlidir.

12 Aralık 2008 Cuma



BARDAKİ ADAM

Üzgün ve pısırık görünüşlü bir Adam barda tünemiş oturuyormuş. Önünde Bir türlü içemediği bir içki bardağı, suratı asık.. O sırada barın kapısı açılmış. İri yarı, külhanbeyi tavırlı bir Adam, sert adımlarla barın tezgâhına doğru yürümüş ve pısırık adamı iteleyerek tabureye oturmuş.
Hiç soru sormadan adamın önündeki içki kadehini alıp başına dikmiş.

Elinin tersiyle ağzını kuruladıktan sonra, 'Ne o, neden böyle Surat asıyorsun, gemilerin mi battı?' diye sormuş. 'Sorma, ben çok
Talihsiz bir adamım' demiş pısırık. 'Neden?' diye sormuş Adam tekrar. Şöyle cevaplamış pısırık, 'Bu sabah karımla kavga ettik, beni evden Kovdu. O sinirle işe geç kaldım. Patronum zaten bahane arayıp Duruyordu, beni işten attı. İşten çıktım, yolda yürürken araba çarptı. Eve gideyim, belki karımla barışırız dedim, eve gittim ve karımı başka Bir erkekle yatakta yakaladım.
Bu kadarı da fazla artık dedim, kendimi öldürmeye karar verdim. Tabancayla vuracaktım, silah tutukluk yaptı. İple asmaya kalktım, ip koptu. Doğalgazla öleyim dedim, faturayı ödemediğim için gaz kesikti.
Eczaneden fare zehiri aldım, buraya Geldim, içki bardağıma koydum.

Onu da geldin sen içtin.....:)))))

1 Aralık 2008 Pazartesi

BİR AŞK HİKAYESİ




Sizlere bu gün okuduğunuzda harika duygularla mest olacağınız bir hikaye yolluyorum. Kim tarafından yazıldığını bilmiyorum ama aşka dair olması nedeniyle defalarca okumaktan kendimi alamadım.
Bu arada bir cümlede ben ilave etmek istiyorum.
" Her ne olursa olsun aşık olduğunuz kimseye olan hislerinizi, duygu ve samimiyetinizi ve aşk ateşinizin sönmesine hiç fırsat vermeyin"
İlk yıllardaki heyecanlar içinde görmeye alıştığımız aşkın, seneler sonra o heyecanlar kaybolup gittiğinde, huzur ve durgunluk içinde de hep var olmaya devam ettiğini göremeyebiliyoruz.
Oysa aşk hep vardır. Belki artık heyecansız, belki artık romantik değil... Belki sıkıcı, tekdüze, hatta belki yüzsüz... Ama hep oralarda bir yerdedir.
Çiçekler ve romantik dakikalar ilişkinin başlaması için elbette gereklidir. Bir zaman sonra bunlar gitse de gerçek aşkın sütunu ebedi kalır.
Hayat tam da böyle bir şeydir.

BİR AŞK HİKAYESİ

Kocam Doktordu. Onunla sakin tabiatını ve çok yakışıklı olduğu için evlenmiştim. Bu sakin adamın göğsüne başımı koymak içimi nasıl da ısıtırdı…
Gel gör ki iki yıl nişanlılık ve on yıl evlilikten sonra bu sakinlik beni yormaya başlamıştı. Eşimin -bir zamanlar çok sevdiğim- bu özelliği artık beni huzursuz ediyordu.
İş ilişkiye gelince oldukça içli, hatta aşırı hassas bir kadınım. Romantik anlara, küçük bir çocuğun şekere düşkünlüğü gibi can atıyorum. Oysa kocamın sakinliği, başka bir deyişle vurdumduymazlığı, evliliğimize romantizm katmaması beni aşktan almış, uzaklaştırmıştı.
Sonunda kararımı ona da açıkladım: boşanmak istiyordum.
Şaşkınlıktan gözleri açılarak 'niye?' diye sordu.
'Gerçekten belli bir sebebi yok' dedim, 'sadece yoruldum.'
Bütün gece ağzını bıçak açmadı.
Düşünüyordu. Bu hâli ise hayal kırıklığımı daha da artırmaktan başka bir işe yaramıyordu: işte, sıkıntısını dışarı vurmaktan bile aciz bir adamla evliydim. Ondan ne bekleyebilirdim ki!
Sonunda sordu: 'seni caydırmak için ne yapabilirim? '
Demek ki söyledikleri doğruydu: insanların mizacı asla değiştirilemiyordu. Son inanç kırıntılarım da kaybolmuştu.
'İşte mesele tam da bu' dedim. 'Sorunun cevabını kendin bulup kalbimi ikna edebilirsen kararımdan vazgeçebilirim. '
'Diyelim dağın tepesinde bir uçurum kenarında bir çiçek var. O çiçeği benim için koparmak, düşüp vücudunun bütün kemiklerinin kırılmasına, hatta ölümüne mal 'olacak. Bunu benim için yapar mısın?'
Yüzümü dikkatle inceledi ve 'Sana bunun cevabını yarın vereceğim' dedi.
Bu cevapla son ümidim de yok olmuştu.
Ertesi sabah uyandığımda evde yoktu. Boş bir süt şişesini mutfak masasının üzerine koymuş, altına da bir not bırakmıştı.
'Sevgilim' diye başlıyordu,
'O çiçeği senin için koparmazdım' Kalbim yine kırılmıştı. Okumaya devam ettim.
Çünkü her zaman yaptığın gibi bilgisayarın altını üstüne getirip çökerttikten sonra monitörün önünde ağladığında, onu tekrar düzeltebilmem için ellerime ihtiyacım var.'
Anahtarları her zaman evde unuttuğunu bildiğimden, senden önce eve varabilmem üzere koşmam gerektiğinden bacaklarıma ihtiyacım var.'
Arabayı kullanmayı çok sevdiğin halde şehirde hep yolu kaybettiğinden, yolu gösterebilmem için gözlerime ihtiyacım var.
Sadık arkadaşının her ayki ziyaretinde sebep olduğu, karnındaki krampları rahatlatabilmem için avuçlarıma ihtiyacım var.
'Evde oturmayı sevdiğinden, içe kapanıklığını dağıtmak, can sıkıntını hafifletmek üzere sana şakalar yapabilmem, hikâyeler anlatabilmem için ağzıma ihtiyacım var.
'Sabahtan akşama kadar bilgisayara bakmaktan gözlerinin bozulması kaçınılmaz olduğundan, yaşlandığımızda tırnaklarını kesebilmem, saçlarında -görülmesini istemediğin- beyaz telleri ayıklayabilmem, merdivenlerden aşağı inerken elini tutabilmem, çiçeklerin renginin - gençliğinde senin yüzünün rengi gibi olduğunu söyleyebilmem için gözlerime ihtiyacım var.
Ama seni benden daha fazla seven biri varsa, evet o uçuruma gidip, o çiçeği senin için koparırım bir tanem.'
Baktım, mektuptaki yazının mürekkepleri yer yer dağılıyordu.
Gözyaşlarım mektuba düşüyordu.
Mektubu okuduysan ve kalbin ikna olduysa lütfen kapıyı aç canım. Çok sevdiğin susamlı ekmek ve taze sütle kapıda bekliyorum.
Koşarak kapıyı açtım. Endişeli bir yüzle ve ellerinde sıkıca tuttuğu susamlı ekmek ve sütle kapının önündeydi.
Artık çok iyi biliyordum: beni ondan daha çok kimse sevemezdi. O çiçeği uçurumun kenarında bırakmaya karar verdim.
Bu gerçek aşktı.

21 Kasım 2008 Cuma


KADINLARIMIZA NEDEN Mİ SAYGI DUYMALIYIZ?

Akşam annemle babam televizyon seyrediyorlardı.

Annem, 'Geç oldu,' dedi, 'zaten yorgunum, ben yatıyorum.'

Annem kalktı, mutfağa gitti. Çerez-meyve tabaklarını çalkaladı kaldırdı. Sabaha hazır olsun diye çaydanlığı doldurdu, demliğe çay koydu. Şekerliğe baktı, dibinde az kalmış, üstüne ekledi. Kahvaltı için buzluktan ekmek çıkardı, akşam yemeği için çözülsün diye de eti aşağıya koydu. Kahvaltı masasını hazırlamak için masanın üstündekileri topladı. Telefonu şarja koydu, telefon defterini kapatıp yerine koydu. Sonra çamaşır makinesinden ıslak çamaşırları çıkarıp astı ve makineyi tekrar doldurdu. Banyodaki çöp sepetini boşalttı. Islak bir havluyu kurusun diye duş perdesinin borusuna astı. Bir gömlek ütüledi, kopuk düğmesini dikti.Çiçekleri suladı.

Esneyerek gerindi ve yatak odasının yolunu tuttu. Çalışma masasının yanından geçerken durdu, öğretmene tezkere yazdı, okul gezisi için para sayıp ayırdı, eğildi, sandalyenin altına girmiş ders kitabını aldı, masanın üstüne koydu. Kek tarifleri defterini çıkardı,arkadaşına söz verdiği tarifi bir kağıda yazdı, çantasına koydu. Bakkaldan alınacakları not etti, notu da çantasına koydu. Sonra gitti, 3'ü 1 arada temizleme losyonuyla yüzünü yıkadı,dişlerini fırçaladı. Gece kremini ve kırışık önleyici nemlendiricisini sürdü. Tırnaklarına baktı, törpüledi. İçeriden 'sen yatmaya gitmemiş mıydın' diye seslenen babama 'şimdi gidiyorum' deyip köpeğin su kabını doldurdu. Kapıları pencereleri kontrol etti, holdeki lambayı yaktı. Kardeşimin odasına gitti, oğlan uyumuş, lambasını söndürdü, bilgisayarını kapattı, gömleğini astı, yerdeki kirli çorapları toplayıp sepete attı.

Bana geldi, 'haydi yat artık, biraz da yarın çalışırsın,' dedi. Kendi odasına gitti, saati kurdu, ertesi gün giyeceklerini hazırladı. 6 maddelik acil işler listesine 3 madde daha ekledi. Kendi kendine iyi geceler diledi, hayallerinin gerçekleştiğini gözünün önüne getirdi. İşte o sırada babam televizyonu kapattı, ortaya öylece bir 'ben yatıyorum' dedi ve gitti yattı.

Sizce bu işte bir gariplik yok mu? Kadınların neden daha uzun yaşadığını merak etmiyor musunuz? ÇÜNKÜ BİZİM YAPIMIZ UZUN ÇEKİŞLİ (ve işimizi bitirmeden öyle çabuk çabuk ölemeyiz)!

Şimdi, kadınlarımıza neden saygı duymamız gerektiği hususunu bir kez daha uzun uzun değerlendirin ve SONRA DA ARTIK YATIN !

2 Kasım 2008 Pazar

HAFTANIN FIKRASI


ADAMIN BİRİ YOLDA GİDERKEN GÖZÜ , YENİ AÇILAN MAĞAZAYA TAKILMIS VE
"BİR GİREYİM BAKALIM NELER VAR" DEMİŞ, GİRMİS MAĞAZAYA. GÜLER YÜZLÜ BİR TEZGAHTAR ADAMI KARŞILAMIŞ.

- TEZGAHTAR - BUYRUN EFENDİM, HOŞGELDİNİZ, MAĞAZAMIZI TERCİH ETTİĞİNİZ İCİN TEŞEKKÜR EDERİZ. SİZE NASIL YARDIMCI OLABİLİRİZ ? NE BAKMIŞTINIZ?

- ADAM - MERHABA. BANA ELDİVEN LAZIM.

- TEZGAHTAR - LÜTFEN ŞU BÖLÜME GEÇİN, ORDAKİ TEZGAHTAR SİZİİNLE İLGİLENECEK.

- ADAM - MERHABA. BANA ELDİVEN LAZIM.

- TEZGAHTAR – HOŞ GELDİNİZ, KIŞLIK MI , YAZLIK MI İSTİYORSUNUZ?

- ADAM - "KIŞLIK. "

- TEZGAHTAR -ÖYLEYSE LÜTFEN ŞU BÖLÜME GEÇİN, ORDAKİ TEZGAHTAR SİZİNLE İLGİLENECEK.

- ADAM - MERHABA , BANA ELDİVEN LAZİM. KIŞLİK.

- TEZGAHTAR - MERHABA EFENDİM, DERİ Mİ YOKSA YÜN MÜ ? - ADAM -" DERİ. "

- TEZGAHTAR - ÖYLEYSE LÜTFEN ŞU BÖLÜME GEÇİN, ORDAKİ TEZGAHTAR SİZİNLE İLGİLENECEK.

- ADAM - MERHABA , BANA ELDİVEN LAZİM. KIŞLIK VE DERİ. - TEZGAHTAR - MERHABA EFENDİM. GERCEK DERİ Mİ İSTİYORSUNUZ YOKSA SAHTE DERİ Mİ ?

ADAM ARTİK SİNİRLENMEYE BASLAMIŞ.

- ADAM “ GERÇEK DERİ.”

- TEZGAHTAR - ŞU BÖLÜME GEÇİN LÜTFEN, ORDAKİ TEZGAHTAR SİZİNLE İLGİLENECEK.

- ADAM - ELDİVEN İSTİYORUM. KIŞLIK VE GERÇEK DERİ . - TEZGAHTAR - TABİ, KOLLARİNİZİ UZATİR MİSİNİZ, PARMAKLARİNİZİ DA İYİCE ACİN.

- ADAM - TABİ, BUYRUN.

- TEZGAHTAR - YANDAKİ BOLUME GECİN LUTFEN.

- ADAM - SİZ BENİMLE DALGA MI GEÇİYORSUNUZ, BEN ELDİVEN İSTİYORUM. VERİN DE GİDEYİM.

- TEZGAHTAR - TELAŞLANMAYIN, SİZ GERÇEKTEN NASIL BİR ELDİVEN ARİYORSANİZ, SİZE EN UYGUN ELDİVENİ ALACAKSINIZ. BİZ SİZİ MAKSİMUM DERECEDE MEMNUN EDEBİLMEK İCİN ELİMİZDEN GELENİ YAPIYORUZ. ELDİVENİNİZİN BU PALTOYA UYGUN OLMASİNİ Mİ İSTİORSUNUZ ?

-ADAM BİRAZ DA BAĞIRARAK- EVET DER. BİR SONRAKİ TEZGAHTARİN YANİNA GİDER.

- ADAM - BEN KİSLİK, GERCEK DERİDEN , BU PALTOYA UYGUN , BU ELLERE GİYEBİLECEGİM BİR CİFT ELDİVEN İSTİYORUM. - TEZGAHTAR - TABİ EFENDİM. FERMUARLİ Mİ OLSUN, CİTCİTLİ Mİ ? - ADAM - FERMUARLI.

- TEZGAHTAR - ŞU TEZGAHTARLA GÖRÜŞMENİZ GEREKİYOR.

TAM BU SIRADA KAPIDAN İÇERİ BİR ADAM GİRER.BİR ELİNDE ALTINDAN BETON PARÇALARI DÖKÜLEN KLOZET, ÖBÜR ELİNDE TUVALET DUVARİNDAN BİRKAÇ PARÇA FAYANS, BAĞIRIR. - İŞTE BU BENİM TUVALETİM, BU DA TUVALETİMİN FAYANSİ, GÖTÜMÜ DE DEMİN SİZE GÖSTERDİM, ARTİK VERİN ŞU TUVALET KAĞIDINI.

24 Eylül 2008 Çarşamba


MIZMIZLANIP YAKINANLARA, SIZLANIP DURANLARA, YA DA SEVGİNİN GÜCÜNE INANMAYANLARA ve BENCİLLERE, SİZİN SINAVLARINIZ BU DENLİ ZOR OLMAMALIDIR DİYE DÜŞÜNÜYORUM.


İNANIN GÖZ YAŞLARIMI TUTAMADIM. SİZLERİNDE TUTAMAYACAĞINDAN EMİNİM


Önce metni okuyun, ardından videoyu seyredin.Oğlu babasına sorar : « Babacığım benimle maraton koşmaya var mısın ? » Kalp sorunları olmasına karşın baba, yine de « Evet, varım » diye yanıtlar. Ve bir maratonu birlikte tamamladılar. Baba oğul başka bir çok maratonu daha birlikte koştular. Baba her seferinde oğlunun yeni bir yarış talebini kabul ediyordu.Oğlu bir gün babasına 'Baba, birlikte bir Ironman'a (Triathlon) koşmaya var mısın benimle?' deyince baba bu kez de evet der ve kabul eder. (Bilmeyenlere anımsatalım ki Ironman dünyanın en zor triathlon yarışıdır ve üç dayanıklılık sınavından oluşur : Denizde 3, 86 km'lik yüzme, 180,2 km'lik bisiklet ve nihayet 42,195 km'lik bildiğimiz maraton. Baba oğul bu zor yarışı birlikte tamamladılar. Nasıl mı ?

İZLEYİN :




TÜM SEVEN VE SEVİLENLERE İTHAF OLUNUR,


SEVGİYİ HAK EDECEK İNSANI BULMAK


Kadın her sabah olduğu gibi o gün de beyaz değneği ve el yordamı ile otobüse binmişti


.şoför: “-Soldan üçüncü sıra boş hanımefendi,” dedi.
Kadın 32 yaşında güzel bir bayandı ve eşi oldukça yakışıklı bir deniz subayı idi. Bundan bir kaç ay önce yanlışbir teşhis sonucu gerçekleştirilen ameliyatla gözlerini kaybetmişti genç kadın ve asla göremeyecekti.


Kocası ameliyattan sonra acı gerçeği öğrenince yıkılmış ve kendi kendine bir söz vermisti. Asla karısını yalnız bırakmayacak, ona sonuna kadar destek olacak,kendi ayakları üzerinde durana kadar cesaret verecekti.
Günler geçiyordu. Kadın her geçengün kendini daha kötü hissediyor, çok sevdiği kocasına yük olduğunu düşünüyordu. Eşinin buiçine kapanık, karamsar hali kocayı çok üzüyordu.


Bir an önce bir şeyler yapması gerekiyordu,karısı günden güne kendi içine kapanık dünyasında kayboluyordu. Bütün gün düşündü koca, nasıl yardim edebilirim güzeller güzeli eşime diye.


Birden aklına eşinin eski işi geldi. Geri dönmesini isteyecekti. Ama bunu ona nasıl söyleyecekti, çünkü artık çok kırılgan ve neşesizdi.Bütün cesaretini toplayarak akşam karısına konuyu açtı.


Karısı dehşetle gözlerini açtı:-Ben bunu nasil yaparım ben körüm, diye bağırdı.Kocası ona destek olacağını, her sabah kendisinin işe bırakacağınıve akşamları da iş çıkışında alacağını ve ona çok güvendiğini söyledi.Çünkü eşini tanıyordu ve bunu başarabileceğini biliyordu.


Kadın büyük bir umutsuzlukla kabul etti çünkü eşini çok seviyordu ve onu kırmak istemiyordu. Her sabah eşini işine bırakıyor ve akşamları da alıyordu fedakar koca. Günler böyle ilerledi, karısı eskisinden biraz dahai yiydi. Fakat kocası daha fazlasını istiyordu,kendisine söz vermişti sonuna kadar gidecekti.


Akşam karısına:Artık işe kendin gidip gelmelisin, dedi. Kadın şaşırmıstı. Bunu asla yapamayacağını söyledi.
Kocası ısrar edince onu yine kıramadı ve bütün cesaretini topladı.Bunu kendisi de istiyordu ama o kadar güveni yoktu.Sabahları kadın artık otobüs durağına kendisi gidiyor, otobüsüne biniyor ve otobüsten inerekişine gidebiliyordu. Günler günleri kovaladı,hiç bir problem yoktu. Yine bir gün otobüse binerken,


şoför:“Sizi kıskanıyorum, hanımefendi “ dedi.
Kadın ,kendisine söylenip söylenmediğini anlayamadan, neden diye sordu.
Şoför:“Çünkü her sabah sizin arkanızdan genç birdeniz subayı otobüse biniyor ve bütün yol boyunca sevgi ile size bakıyor, otobüsten indikten sonra yeşilışıkta yolun karşısına geçmenizi bekliyor siz binaya girdikten sonra arkanızdan öpücükyollayıp size her gün sevgiyle el sallıyor”.



HERKESİN BU KADAR SEVMESİ VE SEVİLMESİ, HEPSİNDEN DE ÖNEMLİSİ BÖYLEBIR SEVGİYİ HAK EDECEK İNSANI BULMASI DİLEĞİYLE...

21 Eylül 2008 Pazar





ELİNİZİN ALTINDA HARİKA ÇİÇEK RESİMLERİ


OLSUN İSTERSENİZ RESME TIKLAYABİLİRSİNİZ






SANATA MERAKLI OLAN DOSTLAR İÇİN ,


HARİKA BİR SİTE.


ADRESE YA DA RESME TIKLAYIP ZİYARET EDİN.

http://www.wga.hu

11 Eylül 2008 Perşembe




DOĞADA KISA BİR GEZİNTİ İÇİN RESME TIKLAYIN VE SESİ AÇIN LÜTFEN

MP3

TÜRK MUSUKİSİNİN KÜRDİLİHİCAZKAR MAKAMINDAN


RAHMETLİ AHAT URUK TARAFINDAN YOMLANMIŞ GÜZEL BİR ESER.

RESMİN ÜZERİNE TIKLAYIN VE MP3 'Ü AÇIP DİNLEYİN.



9 Eylül 2008 Salı

IVAN REBROF'TAN ESİNTİLER.
LÜTFEN RESİM ÜZERİNİ TIKLAYIN VE DOSYAYI AÇIN.




TARİHİ MEKANLARDA ÜÇ BOYUTLU OLARAK GEZİ YAPMAK İSTERSENİZ
AŞAĞIDAKİ RESMİN ÜZERİNE YADA LİNKE TIKLAYIN LÜTFEN


6 Eylül 2008 Cumartesi

HAFTANIN FIKRASI

S E L A M

Üniversitede okuyan bir öğrenci yıl sonu sınavlarına girmiş ve arkadaşına:Ben memleketime gidiyorum, sınavlar belli olduktan sonra bana sonuçları bildir, ancak telefona ben çıkarsam bana söylersin.

Telefona annem çikarsa zayıfım olmaz da eğer bir tane olursa Ebubekir'in selâmi var, dersin.

İki zayıf imkansız da eğer olursa Ebubekir'in Ömer'in selâmı var, dersin.

Üç zayıf hiç olmaz da eğer olursa Ebubekir'in, Ömer'in, Osman'in selamı var dersin.

Dört zayıf imkansız da eger olursa, Ebubekir'in, Ömer'in, Osman'in, Ali'nin selâmı var dersin, şeklinde konuşup memleketine gelir.

Bir zaman sonra sınavlar belli olur, arkadası sınav sonuçlarını bildirmek için telefona sarılır, telefona öğrencinin annesi çikar.

-"Teyze, oğlunuza söyleyin Ümmet-i Muhammed'in selâmı var"

20 Temmuz 2008 Pazar

1970 VE 1980 Lİ YILLARIN MÜZİĞİ






BİRAZ NOSTALJİ YAŞAMAYA NE DERSİNİZ


DOSYAYI İNDİRİN VE DİNLEYİN




İndir

19 Temmuz 2008 Cumartesi



ANITKABİRİ DOLAŞMAYA NE DERSİNİZ

http://www.360tr.com/anitkabir

3 Temmuz 2008 Perşembe





YENİ YEMEK TARİFLERİMİN YAYINLANDIĞI


MİLLİYET BLOG SAYFAMI ZİYARET EDEBİLİRSİNİZ



LÜTFEN TIKLAYIN

20 Haziran 2008 Cuma





20 haziran 2008

BALIKESİR'E OĞLUM DENİZİN YEMİN TÖRENİNE GELDİM.

BERABER 2 GÜN İZİNLİ OLARAK BALIKESİR DE BABA OĞUL GEZİYORUZ.

ONUNLA VAKİT GEÇİRMEK ÇOK GÜZEL.

14 Haziran 2008 Cumartesi

DUYARLI OLALIM





Fare Öyküsü

Evin minik faresi, duvardaki çatlaktan bakarken çiftçi ve eşinin mutfakta bir paketi açtıklarını gördü.
Kendi kendine: "İçinde hangi yiyecek var acaba ?" diye düşündü.


Bir süre sonra gördüğü paketin bir fare kapanı olduğunu anladığında yıkılmıştı. "Evde bir fare kapanı var!, evde bir fare kapanıvar!"
diye bağırarak telaşla bahçeye fırladı.
Minik fareyi telaş içinde gören tavuk, umursamaz ve bilgiç bir tavırla başını kaldırdı ve gıdakladı: "Zavallıfarecik...Bu senin sorunun benim değil. Bana bir zararı olamaz küçücük kapanın"dedi.


Tavuktan destek bulamayan farecik bu sefer telaşla domuzun yanına koştu ve, "Evde bir fare kapanı var!, evde bir farekapanıvar!"diye adeta çırpındı. Domuz anlayışla karşıladı ama,
"Çok üzgünüm fare kardeş ama dua etmekten başka yapacağım bir şey yok. Dualarımda olacağından emin ol" dedi.
Minik fare çaresizlik içinde ineğe döndü ve "Evde bir fare kapanı var, evde bir fare kapanıvar!"dedi.
İnek ;
"Bak fare kardeş, senin için üzgünüm ama beni ilgilendirmiyor."dedi. Sonunda farecik, başı önde umutsuz şekilde eve döndü. Çiftçinin fare tuzağı ile bir gün tek başına karşılaşmak zorunda olduğunu anladı....
O gece evin içinde sanki ölüm sessizliği vardı.Minik farecik aç ve susuzdu. Tam yorgunluktan gözleri kapanacaktı ki birden bir ses duyuldu. Geceninsessizliğini bölen gürültü, fare kapanından geliyordu. Çiftçinin karısı,ne yakalandığını görmek için yatağından fırladı ve mutfağa koştu. Karanlıkta kapana, zehirli bir yılanın kuyruğunun kısıldığını fark edememişti.


Kuyruğu kapana kısılan yılanın canı yanıyordu ve aniden çiftçinin karısını ısırdı.
Çiftçi, karısını apartopar doktora götürdü.
Doktor, zehiri temizledi sardı. Çiftçi karısını eve getirdi, yatırdı. Karısının ateşi yükseldi ve bir türlü düşmüyordu. Kadıncağız ateş ve ter içinde kıvranıp duruyordu. Böyle durumlarda taze tavuk suyunun gerekli olduğunu herkes bilir, çiftçi de bıçağını alıp bahçeyekoştu. Karısı taze tavuk suyu çorbasını içti, biraz kendinegeldi.
Karısının hastalığını duyan komşular ziyaretegeldiler. Onlara ikram etmek için çiftçi domuzunu kesti......
Çiftçinin karısı gittikçe kötüye gidiyordu. Yılan,belliki çok zehirliydi. Birkaç gün sonra çiftçinin karısı iyileşemedi ve öldü. Cenazesine çok sayıda kişi gelince hepsine yeterli et sağlamak için çiftçi ineği mezbahaya yolladı.....
Fare tüm bu olanları büyük üzüntü ile duvardaki deliğinden izledi. Birisi, sizi ilgilendirmediğini düşündüğünüz bir tehlike ile karşı karşıya ise hepimizin aynı tehlikede olabileceğini hatırlayalım. Hepimiz yaşam denilen bu yolculukta yeralıyoruz.
Diğerimiz için bir gözümüzü açık tutmalıve diğerlerini cesaretlendirmek için çaba harcamalıyız....

25 Mayıs 2008 Pazar

BUNLAR LEZBİYEN Mİ YOKSA?




NTV Televizyonunda perşembe akşamları yayınlanan ''haydi gel bizimle ol'' program sunucuları birisi sarışın aptalı oynayan sübyan, üçü de yaşı geçgin akılları kıt 4 kadının sunduğu son programda, konu, genel olarak dünyada erkek nesline artık gerek kalmadığı, erkeklerin sadece damızlık olarak değerlendirildiği hususuydu.
Herhalde reyting kaygısı çektiklerinden olsa gerek, sadece erkekleri değil, kadınları bile aşağılayıcı tarzda yaptıkları programın en vahim konuşmalarından bir bölümü aşağıda aynen aktarıyorum.


Çiğdem Anad: Dünyanın yüzde 70'i kadın olacakmış.

Pınar Kür: Geri kalan yüzde 30 da eşcinsel olur, yırtarız.

Müjde Ar: Zaten biz bu akşam küçük bir prova yapıyoruz gördüğün gibi. Aşağı yukarı 70 bayan, 2 tane erkek var (stüdyoyu işaret ediyor).

Çiğdem Anad: 2238 yılında hiç erkek kalmayacak.

Müjde Ar: Biz göremiyoruz ama güzel bir şey. Savaşlar bitecek, tecavüzler olmayacak. Kafası kesilip atılan kadınlar olmayacak.

Çiğdem Anad: Ben hiç katılmıyorum. Doğada bir denge var. Sonuçta kadınların bir kısmı herhalde erkek rolünü üstlenecek. O doğan kız çocukları da pazılı kadınlara baba, diğerlerine anne diyecek herhalde.

Müjde Ar: Niye öyle olsun?

Pınar Kür: Aradan 100 sene geçecek, kim bilir neler olacak?

Müjde Ar: Dünya huzura erecek yani.

Pınar Kür: Bakarsın ki ilk insanoğlunun ilk dünyaya geldiği zaman nasıl anaerkil bir toplum vardı.

Çiğdem Anad: Ama erkekler vardı.

Pınar Kür: Vardı ama erkekler olmayınca analar doğumu da kendileri hallediyorlar, hepsini de kendileri halledecekler. O zaman kavga, gürültü olmayacak.

Aysun Kayacı: Bu süreç içerisinde Kuran'ın 4 kadın hadisesi de haklı çıkmıyor mu, bu süreç içerisinde erkekler azaldığı zaman?

Pınar Kür: Artık kadınlar egemen olacak ne 4 kadını?

Çiğdem Anad: Siz böyle bir şeyi tercih ediyor musunuz?

Pınar Kür: Nasıl tercih ediyor muyuz?

Çiğdem Anad: Erkekler olmasın, kadınlarla mutlu mesut yaşarım.

Müjde Ar: Erkekler az olsun diyoruz biz, olmasın demiyoruz.

Çiğdem Anad: Olmayacak, kalmayacak.

Müjde Ar: Kalmadığı vakit, yaparsın erkeklerden ne olacak yani o kadar mesele mi? Klonlamayla yaparsın.

Pınar Kür: Olmasın canım. Hani nesli tükenen hayvanları bir tarafa koyuyorlar ya çoğaltıyorlar. Öyle kullanırsınız.

Aysun Kayacı: Damızlık gibi.

Müjde Ar: Bence de iyilerini ayıracan. İyilerinden, bunlardan eksildi mi, cart, at 3 tane yansın.


O sübyan ve ninem kılıklı akılları kıt kadınların erkeklere gerek duymadıkları ve gelecekte bir kısım kadınların da erkek rolü üstlenebilecekleri yönündeki değerlendirmeleri üzerine kendi kendime sormaktan geri kalamadım.
Kendilerini Türkiyenin saygın feminist sınıfından sayan, erkek ihtiyacı hissetmeyen , bu 4'lü yoksa lezbiyen mi?
Ne dersiniz?

HAFTANIN FIKRASI

BU HAFTA SONU FIKRASI HINCAL ULUÇ'UN SAYFASINDAN ALINMIŞTIR.
HOŞ BİR FIKRA BEĞENİCEĞİNİZİ UMUYORUM.

3 çocuğu olan bir fakir köylü kadının tek ineği var ve aile onu çok seviyor. Her şeyleri canları, ciğerleri, yaşamları hep o inek çünkü.. Bir gün anne ahıra gidip bakıyor ki inek ölmüş. Hemen oracıkta kalp krizi geçirip ölüyor kadıncağız. Az sonra büyük oğlan ahıra gidiyor, bakıyor ki inek de anne de ölmüş. "Bana yaşamak haram" deyip intihar etmek için çağıl çağıl akan ırmağa koşuyor. Tam atlayacak, bir peri kızı geliyor.Oğlana "Benimle beş kere birlikte olursan hem ineği hem de anneni diriltirim" diyor. Oğlan hemen "Tamam" diyor. Gelgelelim iki diyor üç diyor dördüncü de kalıyor.. Beşi beceremeyince kendini ırmağa atıyor. Derken ortanca oğlan geliyor ahıra.Bakıyor ki anne ve inek ölmüş. Haydaaa.. O da doğru ırmağa..Peri kızı yine geliyor. Bu sefer "Benimle on kez beraber olursan ineği de anneni de, az önce intihar eden ağbini de diriltirim" diyor.Oğlan başlıyor, ama en son sekize kadar gelebiliyor. O da kendini atıyor ırmağa.. En son da küçük oğlan geliyor ahıra.Bir bakıyor ki anne de inek de ölü..Doğru ırmağa.. Peri kızı geliyor yine.. "İki ağbin de az önce atladılar ırmağa..Benimle 15 kere birlikte olursan, hepsini diriltirim" diyor. Küçük oğlan "25 olmaz mı" diyor.Peri kızı "Tamam" diye uzanıyor hemen.. Oğlan kemerini çözerken uyarıyor.. "Bak sonra inek gibi ölmek yok haa!.."

18 Mayıs 2008 Pazar

HAFTANIN FIKRASI





Seksenlik koca, evden çıkmak üzere paltosunu giyerken onu gören yaşlı karısı seslenir :


- Bu saatte nereye gidiyorsun?


- Doktora gidiyorum
- Ne oldu?Yine neren ağrıyor?
Yaşlı adam sırıtır :


- Yok hanım yok, meraklanma, doktora söylicem bana bi VIAGRA yazsın...


Bunu duyan kadın ayağa kalkar ve o da sokağa çıikmak için hazırlanmaya başlar.


Ihtiyar şaşırır- Eee hanıim, sen nereye?


- Eğger o eski, paslıi şeyi benim üzerimde kullanacaksan ben de tetanos iğnesi yaptırayım bari ...

ÖZEL RESİMLER





http://visualparadox.com/

13 Mayıs 2008 Salı







in the World the peace and the love (Dünyada barış ve sevgi)

The Friendships(dostluk)





THE FRIENDSHIP STARTS WITH THE SMILE

(dostluk tebessümle başlar)

BLOGCULAR DÜNYA' YA AÇILIYOR

BLOGCULAR DÜNYA HARİTASINDAKİ YERİMİZ
http://www.verveearth.com/.




http://www.verveearth.com/

4 Mayıs 2008 Pazar

DEVRAN HEP AYNI DEVRAN




SALLA BAŞINI, AL MAAŞINI

EY İNLEYEN ZAVALLI; BULMUŞSUN KIRK YAŞINI,

KAZANMAK İSTİYORSAN BU HAYAT SAVAŞINI,

YEMELİSİN HAKİKAT DENEN ZEHİR TAŞINI!

NE DERLERSE HII DEYİP HEMEN SALLA BAŞINI,

GERDAN KIR BELİNİ BÜK, HER AY AL MAAŞINI.

TATAR AĞASI GİBİ ÖYLE DOLAŞMA YAYA

EL OĞLUNA BAKSANA, NE AR KALMIŞ NE HAYA!

SEN DE BULUP BİR DAYI HEMEN ARKANI DAYA!

O NE DERSE HII DEYİP HEMEN SALLA BAŞINI

GERDAN KIR BELİNİ BÜK, HER AY AL MAAŞINI

KÖR KADIYA ŞEHLA DE, İNCİTME DÜZTABANI

DÜŞKÜNE VER NASİHAT, KODAMANA ARKANI!

ZENGİN OL SEN DE AŞIR HER DAĞDAN ARABANI,

TEKERİNE TAŞ KORLAR SALLAMAZSAN BAŞINI,

DİLİNİ TUT USLU DUR, HER AY AL MAAŞINI

30 Nisan 2008 Çarşamba

20 Nisan 2008 Pazar

BABA-OĞUL

DUYGULU AMA MİZAH İÇEREN BİR ÖYKÜ




Amerika’da Nebraska eyaletinda yaşlı bir adam yaşıyor. Patates ekini için tarlasını kazdırması gerekiyordu . Lakin bu çok zor bir işti.

Tek oğlu David’de hapisteydi.
Yaşlı adam oğluna bir mektup yazdı ve müşkülatını izah etti.

“Sevgili David , patates bahçemi kazdıramıyacağımdam kendimi çok kötü hissediyorum.bahçeyi kazmak için oldukça yaşlanmış sayılırım.Sen burada olsaydın bütün derdim bitecekti.biliyorum ki sen benim için hallederdin”
Sevgiler ,baban.

Birkaç gün sonra oğlundan bir mektup aldı.“Babacığım , Allah aşkına bahçeyi kazma , ben oraya cesetleri gömüştüm.sevgiler “ Oğlun Devaid…

Ertesi gün sabah FBI ve yerel polis çıkageldi ve tüm sahayı kazdı lar lakin bir cesede rastlamadılar.Yaşlı adamdan özür dileyerek gittiler.
Aynı gün yaşlı adam oğlundan bir mektup daha aldı.“Babacığım , şimdi patatesleri ekebilirsin.bu şartlarda yapabileceğimin en iyisini yaptım.Sevgiler “
Oğlun David….

3 Nisan 2008 Perşembe

CEVİZ'İN FAYDALARI





Ceviz damarları koruyor
Ceviz, yağlı besinlerin damarlara verdiği zararı azaltıyor.
İSTANBUL - Cevizin kalp ve damar sağlığı için yararlı olduğu yeni bir araştırmayla daha kanıtlandı. İspanyol uzmanlar tarafından yapılan araştırmaya göre, öğünler sonunda yenen belli miktarda ceviz, yağlı besinlerin damarlara verdiği zararı önlüyor.





Amerikan Kardiyoloji Üniversitesi'nin dergisinde yayımlanan araştırmada, 24 kişiye bir hafta boyunca yağ oranı yüksek salam ve peynir içeren öğünler verildi. Araştırmaya katılanların yarısına öğün sonlarında 5 çay kaşığı zeytinyağı, diğerlerineyse 8 adet ceviz verildi. Yapılan testler, hem zeytinyağı hem de cevizin yağlı besinlerin damara verdiği zararı azalttığını gösterdi. Araştırma ayrıca cevizin damarların esnekliğini de koruduğunu ortaya koydu. Cevizin bu özelliğiyle, damar sağlığı için zeytinyağından da faydalı olduğu vurgulandı. Yağlı besinlerin yol açtığı damar sertliği, felç ve kalp hastalıklarının temel nedenleri arasında gösteriliyor.




Ceviz Ağacı (Junglans Regia), daha yapraklanmadan, Mayıs' ta çiçeklenir. Taze yaprakları Haziran' da, kolayca delinebilecek durumdaki meyveleri Haziran ortasında ve olgunları ise Eylül'de toplanır. 25-30 m kadar yüksekliğe ulaşabilen, kışın yaprak döken gösterişli bir ağaçtır. Yapraklar tek tüysü, yaprakçıklar tam kenarlı ve kuvvetli kokuludur. Drog elde etmek için yapraklar Haziran ve Temmuz aylarında toplanır, havadar ve gölgeli bir yere serilerek kurutulur ve ince kıyılarak hava almayan kaplarda saklanır. Ceviz ağacı, Kuzey doğu ve doğu Anadolu' da yabani olarak yetiştiği gibi, bahçelerde de yetiştirilmektedir. Yaprakları tanen, eterli uçucu yağ, juglan (mantar hastalıklarına karşı etkili), C vitamini ve flavonlar içermektedir.
Ceviz yaprağının kan durdurucu-sıkıştırıcı (astringent), kuvvetlendirici (tonik) ve bağırsak kurtlarını veya solucanlarını düşürücü (antihelmintik) etkisi vardır. Yaprak çayı, sindirim bozukluklarında, kabızlıkta, iştahsızlıklarda ve kan temizliğinde etkilidir. İştah açıcı, kan şekerini düşürücü ve kuvvet verici etkileri vardır. Deri hastalıklarında antiseptik olarak haricen kullanılır. Ceviz yaprağı kaynatılarak, tüm sıraca (scrofula), frengi (sifilis), egzema (mayasıl), herpes (uçuk) ve raşitik hastalıklarda, kemik çürümesinde, kemik deformasyonunda ve ayrıca, iltihaplı el ve ayak tırnaklarında kullanılabilen çok etkili bir banyo katkısı elde edilir. Favus ve uyuz hastalıklarında, hasta bölgeler, taze ceviz yaprağının kaynama suyu ile yıkandığında, kısa sürede düzelme görülecektir. Bu suyla yapılan banyolar, yıkamalar, ergenlik sivilcesine, iltihaplı egzemalara, ayak terine ve kadınların akıntılarına iyi gelir. Ağız boşluğu iltihabı, dişeti, boğaz ve gırtlak hastalıklarında gargara yapılmalıdır.

Ceviz yaprağının kaynama suyu banyo suyuna eklendiğinde, donuk kabarcıkları iyileşir. Ceviz yaprağı kaynama suyu, hızlı saç dökülmelerinde de kafa derisine friksiyon (ovarak sürme) yapmakla kullanılır. Bu sıvı ayrıca, kafa bitine karşı da çok etklidir.
Haziran ortasında toplanan cevizlerden, mide, karaciğer ve kanı temizleyen, mide yorgunluğunu ve bağırsak çürüklüğünü gideren çok etkili bir ceviz tentürü elde edilir. Bu tentür, ayrıca kan koyuluğuna karşı da çok yararlıdır.
UYARILAR: İçerdiği tanen maddesi duyarlı kişilerde bazen mide bulantısı veya kusmaya yol açabilir. Bunun dışında, ceviz yaprağının bilinen bir yan etkisi yoktur.








23 Şubat 2008 Cumartesi

SİHİRBAZ



ADAMI KESİP ZIMBALIYOR

BAŞINI DÜŞÜREN ÇİNLİ

HARİKA BİR GÖSTERİ



SİHİRBAZ CRİSS ANGEL GÖSTERİSİ


18 Şubat 2008 Pazartesi

ŞAHMERANIN HİKAYESİ

İran Hükümdarı Sardarıapal Tarsus'u serbest bölge ilan etmişti. Mısırlı tüccarlar büyük kervanlarla Tarsus'a geliyorlardı. Bu tüccar­ların Tarsus'ta kalabilecekleri çok sayıda konaklama yeri, hamamlar ve açıkhava plajları bulunuyordu. Tarsus'tan akan Kydnos Nehrinin Toroslardan kar sulan ile birlikte kükürt getirdiği yine bili­nen gerçeklerdendi. Tarsuslular ırmağın kenarındaki plajlardan ya­rarlanırlar ve bu suların mafsal ağrılarına iyi geldiğini söylerlerdi. Kydnos Nehri'nde banyo yapanlar Sardanapal'ın vergi memurlarına vergi ödemek zorunda idiler. Mısırlı tüccarlardan birisi olan ve çok zengin olduğu bilinen Melikiya isimli bir kişi, her sene karlar erirken Mısır'dan yola çıkar, Bağdat, Antakya ve Tarsus'a gelir, buradaki plajlarda yıkanırdı. O seneki baharda Mısırlı Melikiya'yı Amanoslardan geçerken haramiler soydular. Melikiya'nın kervanı dağıldı, kendilerini zorlukla Tarsus'a atabildiler. Melikiya yiyecek alabilmesi için hizmetkârını şehre gönderdi. Kendisi de rahatlamak için açıkhava plajına, ırmak kenarına gitti. Yıkandı. Plajdan çıktı, elbiselerini giyinirken, bir subayla iki er gelerek Sardanapal'ın yıkanma hakkını istediler. Melikiya telaşa düştü. "Param yok, soyuldum" dediyse de kimseyi inandıramadı. O sırada yine imdadına hizmetkârı yetişti; "gemilerinin Sayda açıklarında battığını, gelecek sefere borcumuzu öderiz" dedi. Subay durumu Sardanapal'a anlatacağını söyleyerek giderken Melikiya subayın ar­kasından seslendi. Sardanapal'a dünyada bir eşi, benzeri bulunma­yan güzel bir armağan getireceğini de söylemesini subaydan istedi. Melikiya'yı iyi ve dürüst bir tüccar olarak bilirlerdi.




Çünkü her sene vergisini ilk Melikiya öderdi. Melikiya Sardanapal'ın yardımı ile Mısır'a geri döndü. Yolda ben­zersiz armağanı nasıl bulacağını düşündü durdu. Kendisine yapılan iyiliği asla unutmuyordu. Melikiya Mısır'a geldikten sonra akıl küpü hizmetkârı ile konuştu, tanıdıkları ile görüştü. Ama değerli bir armağan bu­lamıyordu. Bir gün Melikiya'mn hizmetkârı koşa koşa geldi, sevinç ve telaş içinde idi. Hemen söze başladı: Efendim, ben eşsiz armağanı buldum. Hani nerede? Nil vadisinde ... Canlı mı? Hem canlı, hem de konuşuyor, yedi yılan başı var ve insan. Sen deli misin? Öyle bir yaratık olur mu? Olur efendim. İnsan gibi de konuşuyor. İsmi de var mı? Var efendim. Adı Şahmeran. Yılanların hükümdarıdır. Yılanlar bizi öldürür...l Efendim, biz onu kurtaracağız. Bir büyücünün elinde esir. O da bizimle birlikte Tarsus'a gelecektir. Sardanapal'dan azat edilme­ sini ve memleketine gen gönderilmesini isteriz. Sardanapal kabul eder mi bu armağanı? Elbette edecektir. Dünyada bir eşi olmayan bir armağanı nasıl red edebilir ki? Melikiya ile hizmetkârı anlaştılar.





Hizmetkâr gitti. Üç gece sonra bir devenin üzerine bindirilmiş büyük bir tahta sandıkla geri döndü. Sandık evin bahçesine konuldu, kapılar iyice kapatıldı. Sandık hiz­metkârlar tarafından büyük bir dikkatle açıldı. Melikiya gördüğü manzara ve güzellik karşısında şaşkına döndü. Gözlerine ina-naınıyordu. Karşısında yere konulan ipek minderin üzerinde, dünya gözeli, san saçlı bir genç kız duruyordu ve kızın vücudunun, kol­larının altından ve omuz başlanndan yedi yılan insana saldırıyordu. Melikiya hizmetkarına sordu: Şahmeran bu mudur? Evet efendim. Melikiya Şahmeran'a sordu: Sen Şahmeran mısın? Ben Şahmeran'ım. Beni bırakın yurduma gideyim. Yoksa bütün dünyadaki yılanlar sizi rahat bırakmazlar. Biz sizi kurtarmak için büyücüden kaçırdık. Ülken nerede? Benim ülken Nil Vadisi'nde ve Afrika'da kimsenin bilmediği bir yerdedir. Beni bırakın sizi ve yedi sülalenizi zengin edeyim. -'Biz seni bırakacağız. Ancak yolculuğu beraber yapacağız ve bu yolculuk sonunda seni azat edeceğiz. - Eğer beni azat etmezseniz, dünya durdukça yeryüzündeki bütün yılanlar insanlara düşman olacaklardır. Size son defa söylüyorum, beni azat edin! Melikiya Şahmeran'a söz verdi. Şahmeran yere serilmiş bulunan ipek minderin üzerinde uyudu. Ertesi gün yol hazırlıklarına başlandı. Şahmeran, ülkesine dönme vaadine inanmıştı. Yolculuk için içerisi özel olarak döşenen sandığın içerisine girmişti. Kervan yola çıktı. Melikiya sevincinden uçuyordu. Önden haberciler göndererek, Sardanapal'a eşsiz bir armağan ile yola çıktığını bildirmek istedi. Bağdat'a geldiklerinde Şabmeran'ı ülkesinden kaçıran büyücünün binlerce yılan tarafından sokularak öldürüldüğünü duydular. Şahmeran olayı duymuştu.




Melikiya'ya seslendi: - Yalan söylerseniz sizin de sonunuz böyle olacaktır. Kervan Birecik yakınlarında Sardanapal'ın askerleri tarafından karşılandı. Kafile ve kervan kazasız belasız önce Antakya'ya, sonra da Tarsus'a vardı. Kervanı Sardanapal'ın Valisi İmadetîîn karşıladı. Birlikte Bahçesaray denilen, ortasından Kydnos'un aktığı saraya ge­lindi. Kervan sarayın ortasında yıkıldı. Armağan sandığım büyük bir dikkatle taşıdılar. Taşıyıcılar uzaklaştıktan sonra sandığın kapağı açıldı ve Şahmeran'a seslenildi: - Sen de yıkanıp serinlemek ister misin? dedi Melikiya. Evet isterim, diyen Şahmeran sandıktan çıktı, ipek gibi sarı saçlarını dalgalandırarak plaj odasına gitti. Suya giren Şahmeran dinî inanışları başka olan insanlarla yaşamayı hiç sevmiyordu. Fakat katlanmak zorunda olduğunu da biliyordu. Şahmeran odanın ortasındaki şifalı suya girmişti ki, içeriye önce askerler, sonra da İri yan bir subay girdi. Bu Tarsus Valisi İmadettin idi. Cüssesine rağmen korkak, cinlere, şeytanlara ve büyücülere inanırdı. Vali İmadettlıı Şahmeran'ı görünce, önce güzelliğine ve saçlarına hayran kaldı. Sonra da bu güzel gövdeden çıkarı korkunç yılan başlarını gördü. Eyvah! Bu armağan değil büyüdür, dedi. Sonra da askerlere: Öldürün! diye emir verdi. Şahmeran tehlikeyi sezmişti. Bir sıçrayışta havuzdan çıktı. Kendini öldürmek isteyen askerlere doğru saldırdı. Bu sırada bîr mızrak göğsüne saplandı. Acı ile inledi. Gürültüye Melikiya koştu. Fakat geç kalmıştı.



Yılanlar yakaladıkları askerleri hemen öldürüyor­lardı. Korkunç bir savaş başlamıştı. Şahmeran'ın yılan başları teker teker düşmeye başlamıştı- Son bir sıçrama ile haykırdı ve Vali İmadettin'i yakaladı Şahmeran. Sizin dîninizde bir armağana böyle mi yaparlar? dedi. Vali İmadettin onu dinlemedi ve askerlere bağırdı: Öldürün! Askerler tekrar saldırdılar. Şahmeran'ın son yılan başı yeni bir hamle yaparak Vali İnıadettin'in üzerine saldırdı. Onu yere çarptı. Askerler perişan olarak kaçarlarken birisi baltasını Şahmeran'a savurdu. Şahmeran'ın ağzından "Allah!" kelimesi çıktı. Melikaya Şahmeran'a doğru koştu. Şahmeran'dan fışkıran kan hamamın duvarını kana boyadı. Şahmeran ağlıyarak Melikaya'ya bağırdı: - Bana yapacağın bu mu idi? Allah cezanı versin! dedi. Fakat o sırada inanılması güç bir olay meydana geldi. Yüzbinlerce irili ufaklı yılan Tarsus'a saldırmaya başladı. Aynı za­manda da yer sarsılmaya, evler, saraylar yıkılmaya başladı.



Nehir köpürerek şehre saldırdı. Halk dağlara kaçışıyordu. Yer yanlıyor, insanlar gömülüyordu. Melikiya düştüğü yerden kalkarak "su su" diye inleyen Şahmeran'ın yanına koştu ve ona su verdi. O anda yedi büyük yılan ortaya çıktı ve Şahmeran'ı alarak denire doğru akıp gittiler. Olaylar yatışıpta Sardanapal Tarsus'a girdiğinde, Tarsus'un yılanlar tarafından istilaya uğramış olduğunu öğrendi. Melikiya'yı arattı, bulduramadı. Anlatılanlara inanmak istemedi. Kendisini ha­mama götürdüler. Şahmeran'm kanı hâlâ duvarda idi. Göz açıp ka­payıncaya kadar süre içerisinde olanlara Sardanapal halâ inanamıyordu. Dudaklarından tarihe geçecek bir kaç sözcük döküldü: - Tarsus yılanlardan batmış!

12 Şubat 2008 Salı

ULU ÖNDER ATATÜRK

ATAM,
SENİN İLKELERİNİ YIKMAYA ÇALIŞANLARA,
HELE Kİ O İLKELERİN ARKASINA SIĞINIP, SİYASİ EMELLERİNE ALET EDEN ,ÇIKAR PEŞİNDE KOŞAN FIRSATÇILARA,
ÜLKENİN BİRLİK VE BERABERLİĞE EN ÇOK İHTİYAÇ DUYULAN BİR ZAMANDA, İNSANLARIMIZIN KUTUPLAŞMASINA NEDEN OLARAK DARBELERE DAVET ÇIKARTAN, ÇANAK TUTAN HERKESE, YÜREĞİM SIZLAYARAK HAYKIRIYORUM
" HEPİNİZE YAZIKLAR OLSUN"














9 Şubat 2008 Cumartesi

MUTLU HAFTASONLARI

GÜNÜNÜZ AYDIN












GÖNLÜNÜZ SU GİBİ DURU VE BERRAK OLSUN